"Hürriyete Doğru" - Serdar Türkmen
serdar türkmen, yazıçeviri 23:00
Günün en dingin saatlerinde gözleri açık olmanın avantajıyla duvarda asılı olanlara baktım. Planlar, apartman tahsilat makbuzu, bestelerin notaları, müzik fikirleri, hatırlatmalar, dostların bıraktığı notlar... Bir de şu geçtiğimiz üç noktadan önce yazılırsa değersizleşebilecek "Hürriyete Doğru" şiiri var hem de tırnak içinde. Ama "Valla ben söylemedim" tırnağından değil bu tırnak, olsa olsa "Dosdoğru söylemiş, tırnak içine daha bir yakışıyor" tırnağı.
"Hürriyete Doğru", bilindiği ve belki de sıkça dinlendiği üzere Ezginin Günlüğü ve Timur Selçuk tarafından bestelendi. Bir de Haluk Levent tarafından mundar edilmişliği var ama onu saymıyorum.
Ben uzun süre Timur Selçuk'tan dinlediğim için Ezginin Günlüğü'nden dinlemekten hep korkuyordum ve sonunda korktuğum başıma geldi. Korkumda haksız değilmişim. Neticede herşeyi dinlememek lazım, kulak da kirlenir, kirleniyor.
Timur Selçuk yorumundaki söz-müzik uyum problemlerine rağmen, ezgi ustaca tırmanır, "Heyy" daha söylemeden atlamış olabilirsin denize ya da bir fotoğraf çekinmiş olacaksın ki havada nakarat görselliğini yakalasın.
'Yaşama sevincinin önemini bilengiller'den olarak Nazım'ın 'Yaşamaya Dair'ine öykünerek "Yaşamayı ciddiye alan" ve 'Hürriyete Doğru'nun "Ne duruyorsun be! At kendini denize!" nidasında bağımlılıkları sarsılan birisiyim. Zaten başka şiir de bilmiyorum. 2 tane şimdilik yeterli. Şarkılarda da öyleyim. Beklenenin aksine pek az müzik dinliyorum ve sürekli aynı şarkıyı dinliyorum. 1 hafta gidiyor nerdeyse! Sonradan bunun aynı zamanda tüketmemin ve tıpatıplaşmamın önüne de geçtiğini kavradım.
Neyse...
Hürriyete Doğru'nun satırlarında gezinirken bir anda, hayal olarak kullanmak için çektiğim klipten çıktım ve gerçeğin sıkıcı eleştirelliğiyle şiiri sorgulamaya başladım.
"Gün doğmadan deniz daha bembeyazken çıkacaksın" derken denizin şu pis haliyle "acaba hangi renk" olduğunu sordum önce, "Şiir canım..." diye geçiştirdim kendimi. Kürek, dümen derken "Acaba şiirler güncelleştirilse ne olur?" diye düşündüm, bir kaç deneme yaptım. Neyse böyle kalsa daha iyi şimdilik.
Mevzu...
Benim gibi arası şiirle oldukça zayıf olan birisi kalkıp Cemal Süreya'nın şiir potporisine giderse ne olur? Tabi ki yarıda çıkar. Ama ben bir farklılık yaptım, şiirleri ezberlemeyip sürekli olarak masadaki kağıdı okuyan oyuncuya "geçer" diye dayandım ve 15. dakikada çıktım. Sonuç olarak kavradığım iki şey var bu hastalık arifesinde gittiğim oyundan;
1. Cemal Süreya'nın şiirleri sadece "Sevda Sözleri"ndekilerden ibaret değilmiş
2. Şiir okunurken gitar arpejiyle fon yapmak, kemanları ağlatmak bitmeli artık
Bir tane de sorum var: Şiir okumak için belirlenmiş bir tane mi ses tonu var?
Devam...
Tabi bu sanat-sepet işlerindeki ilginçliği bilirsiniz... Çıkıştaki görüş defterine "Sizin yapacağınız tiyatronun... " tadında bir küfür yazıp kaçmayı düşünürken gözümün ucuna takılan "Ayyy ne kadar güzeldi" tadındaki cümleler beni ürküttü, gerçeklikle tokatladı beni.
Bu 'beğeni' meselesini hayatın neresine koyalım şaşırdım artık! Fiilin değer kriteri oluyor ya ona kızıyorum.
Ama neticede bu yazı bir "Hürriyete Doğru" yazısı ve benim biraz daha az olmam gerekirdi bu yazının içinde.
O zaman "Hürriyete Doğru"
Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...
