Külliyen Dininiz Elden Gitsin İstiyorum - Serkan Engin
serkan-engin, yazıçeviri 01:29
Din olgusu, Marx’ın tanımladığı gibi altyapı olan üretim biçiminin üstyapıdaki yansımalarından biri değildir, bugün din ile kapitalizm arasında ilintiler varsa da din bundan bağımsız olarak da değerlendirilmelidir. Çünkü din olgusu kapitalizmden önce de vardı, hatta sınıflı toplumlardan da önce ve bugün kapitalizmin dini kullanıyor olmasından öte din erkleri kapitalizmi kendi çıkarları için kullanmaktadır. Kendi başına bir erk kaynağı, politik bir zemindir din olgusu. Ne var ki din olgusunu heterojen olarak ele almak bizi yanılgıya götürür, çünkü din ile politik alanın ilintisi dinden dine farklılık göstermektedir.
Bugün bir “Hıristiyan şeriatı ülkesi “ gibi bir kavram yoktur, çünkü Martin Luther’den bu yana reformlar ve bunun sonucu olarak bilimsel gelişmeler, İsevi inancın ve İncil’in akıl dışılıklarını ve çelişkilerini ortaya koydukça, Avrupa başta olmak üzere Hıristiyan inancının yaygın olduğu ülkelerde dinden uzaklaşılmış ve bugün nüfusun önemli bir bölümü ateist olmayı başarmıştır. Bugün insan haklarının, bilimin, sanatın, sosyal refahın, evrensel hukukun en gelişkin olduğu ülkeler de bu ülkelerdir. Kuzey Afrika’nın batısında Fas’tan Güney Asya’da Malezya’ya kadar uzanan, soğuk savaş döneminde sosyalizmin gelişimine karşı silah olarak kapitalizmin ağababası Amerika Birleşik Devletleri tarafından kullanılan “Yeşil Kuşak” ülkeleri ise sefaletin, cehaletin, yobazlığın, bağnazlığın, yoksulluğun, vandallığın hüküm sürdüğü ülkelerdir. Batı Avrupa ülkelerindeki ekonomik ve sosyal gelişim ile bu hat boyu yer alan Müslüman ülkelerindeki sefaletin tezatlığını ortaya çıkartan olgu ise iki ayrı dünyada yer alan farklı dinler ve bu dinlere karşı verilen mücadelenin bilimsel gelişmeleri, beraberinde de ekonomik, sosyal, hukuki gelişmeleri getirmesidir.
Büyük Bilgin Turan Dursun’un “Din Bu-1” adlı kitabında ayrıntılı olarak görebileceğiniz gibi, İslam inancı, kendinden olmayanı öldürmeyi, köleleştirmeyi, fetih adıyla topraklarını işgal etmeyi, haraca bağlamayı,cariye adlıyla seks kölesi yapıp tecavüz etmeyi hak sayar inananlarına. Sadece kendi dininden olmayanlara karşı değil, Ortodoks İslam dışındaki kendini Müslüman sayanların inançlarına karşı da düşmanlık ve bu insanlara karşı yüz yıllardır süren bir kıyım vardır. Tarihsel süreçte zorla İslamlaştırılırken kendi pagan inançlarına en yakın gördükleri Bâtıniliği seçen, yani paganizm ile İslam arasında sentez kuran Türkmenler, Alevi olarak anılmış ve Sünni kesimce öldürülmesi helal sayılmış, hatta “iki Alevi öldüren cennete gider”, “Alevilerin kadınlarına tecavüz edilebilir “şeklinde fetvalar verilmiştir. 12 Eylül cuntasına zemin hazırlamak için kullanılan Çorum, Maraş katliamları da bu vandal inanç dayanaklarına yaslanmış, gene Sivas katliamı da bu çirkin, vahşi, korkunç kolektif bilinçle gerçekleştirilmiştir.
Bugün kalkıp biri “Kızıldeniz’i asamızla yardık, Ay’ı parmağımızla ikiye böleriz, ben Tanrı’nın oğluyum, bir gemiye bütün canlı âleminden birer çift sığdırdık, biz Cebrail adlı bir melek aracılığıyla Allah’tan vahiy alıyoruz” dese hemen bilimsel açıdan şizofren teşhisi konarak bir psikiyatri kliniğine yatırılır. Bu tip hastalıkların henüz bilinmediği çağlarda ise bu tip sözler eden karizmatik kişilikli, iyi hatip ve yazar olan şizofrenlere ise peygamber ya da Tanrı’nın oğlu denmekteydi. 1400 sene önce bir şizofrenin hayali arkadaşıyla sohbetlerini ya da 2000 sene önce kendini Tanrı sanan bir başka şizofrenin sözlerini ya da kaç bin sene önce bir dağın ardında Tanrı ile buluşup ondan on emir aldığını iddia eden bir başka şizofrenin sözlerini bu çağda, bilimin geldiği bu noktada, gerçek sanarak bunlara biat edenlerin olması ise ölüm karşısında cesur durmaktan korkan, hayatın 70-80 sene gibi bir sürede biteceği gerçeğini kabul edemeyecek kadar zayıf, sonsuz yaşam ütopyasından kopamayan ve böylece bilimsel düşünceye sırt çeviren, Hayyam’ın deyişiyle “Meyhane midir- kerhane midir” belli olmayan cennet vaatlerine kanan zavallıların, cahillerin ve korkakların varlığına bağlıdır. Oysa eylemlerini vicdan ve erdem kavramları yerine ceza korkusu ve ödül beklentisine göre düzenleyenler insandan aşağıdadır, daha evrimini tamamlayıp insan olamamışlardır.
Başlangıcından bu yana propaganda ile sevdirerek yaygınlaştırılmak yerine, bir erk aracı olarak, bir devlet aygıtı motoru olarak kullanılan İslamiyet, Muhammed ve ardılları tarafından insanları kılıçtan geçirip haraç korkusuyla zorla kabul ettirilmiş ve yeni siyasi erk, toprak, ganimet elde etme aracı olarak yüz yıllarca kullanılmıştır. Osmanlı Emperyali’nin de varlığı bu zeminden hareketle, kendinden olmayanın öldürülebilir, tecavüz edilebilir, malları yağmalanabilir, topraklarına el konabilir ve haraca bağlanabilir şeklindeki İslam inancıyla asırlar boyu birilerine saldırarak ekonomik çarkını çevirmiş, siyasi varlığını sağlamış, ama bilimsel, felsefik, sanatsal gelişimden, üstünde dikildiği İslam inancının yobazlığı sayesinde, bu arkaik inançla Batı’da Hıristiyanlık’la olduğu gibi cesurca mücadele eden aydınların ortaya çıkmayışı, kelleyi kaybetmeyi göze alamayışları nedeniyle ekonomik, siyasi ve askeri açıdan da geri kalmış ve çökme sürecine girip Fransız İhtilali’nin ortaya attığı milliyetçilik akımı etkisiyle de dağılmıştır.
Görece İslam’a karşı bilimin en çok zafer kazandığı ülke, Fransız İhtilali kökenli Jakobenlerin izindeki İttihat ve Terakkicilerden olup siyasi erki ele geçirip Cumhuriyeti kuran ve toplum mühendisliği yaparak burjuva sekülarizmini, burjuva ateizmini sosyal hayata yerleştirmeye çalışan Mustafa Kemal’in diktatörlüğündeki Türkiye Cumhuriyeti’dir. Tek parti döneminin sonuna kadar işleyen bu politika, çok partili hayata geçişle birlikte, kitlelerin çoğunun yoğun olarak cahil, yobaz olması, bu coğrafyada köklü ve eski bir bilimsel mücadelenin, din karşıtı çalışmaların olmaması, tepeden inme toplum mühendisliğinin doğal sınırları nedeniyle, sekülarizmden yobazlığa kayılmış ve askeri darbelerle bunun önü kesilmeye çalışılmıştır. Bugün askeri vesayetin belinin kırıldığı varsayıldığında, yobazlık karşısında, koyun gibi güdülen bu cahil halkın dikta ile yönlendirilmesini bekleyenlerin eli böğründe kalmaktadır.
Bugün Muhammed’in 22 senede yazdığı kitaptan, sözlerinden ve “sünnet” denen eylemlerinden yola çıkan İslam erk odakları, 6 yaşında nikâh kıydığı kız çocuğu ile 9 yaşına geldiğinde cinsel ilişki kuran, yani ona tecavüz eden Muhammed’ten daha da vandallaşıp 1 yaşındaki kız çocuğu ile nikâh kıyılabileceğini, yani pedofili denen sapıklığı dine uygun buluyorlar, kadının ölümünden sonra 6 saat içinde kocasının bu cesetle cinsel ilişki kurabileceğini yani cesede tecavüz edebileceğini, yani nekrofili denen sapıklığı dinen doğru sayıyorlar. Zamanında Deniz Gezmiş tarafından üniversiteye sokulmazken bugün koyun cumhurun başı olan şahsın da 15 yaşında bir çocuk-gelinle evlenmiş olması, yani bir sübyanla cinsel ilişki kurmuş, ona tecavüz etmiş olması da aynı zeminden beslenen bir başka utanç kaynağıdır.
1400 sene içinde evrilip bilimsel gelişme karşısında erkini Hıristiyanlık gibi yitirmesi gereken İslamiyet, bu coğrafyada yeterince din karşıtı mücadele verilmeyişi, aydınların öldürülme korkusuna boyun eğmeleri yüzünden daha da vahşi ve yobaz bir hal almıştır. Aydınlar arasındaki çalışmaların ayrıksı örneği ise büyük bilim adamı Turan Dursun “Din Bu” adlı seri kitaplarıdır. Ölüm korkusunu hiç sayarak, aydın namusu ile doğru bildiğini yazmaktan çekinmemiş, İslam teolojisini kendi silahları ile vurarak, “sahih” sayılan hadisler ve ayetleri örnek göstererek İslam’ın akıl dışılığını, vahşetini, yobazlığını ortaya koyan ve bu mücadelesinde haince öldürülen Turan Dursun, bu coğrafyanın ve dünyanın gurur kaynağıdır.
Müslüman ülkelerde sosyalist mücadelenin önündeki en büyük engel ve en büyük düşman kapitalizmden ziyade bilinçleri körleten, bilimsel düşünceden uzak tutan, cehalete, aptallığa ve yobazlığa sevk eden İslamiyet’tir. Bu kısır döngünün yıkılması için daha çok Turan Dursunlar çıkmalı, daha çok aydın İslam’ın ve diğer dinlerin saçmalığını ortaya koymalı, en temel antropolojik bilimsel verilerle bile gülünç duruma düşen Adem-Havva masalından toplumları uyandırmalıdır.
Bu yazıyı yazarken ensemde bir kurşun dönüyor, zerre kadar umursamadığım bir kurşun, çünkü İsa’yı ya da Buda’yı eleştiren hatta tiye alan bir resim, yazı, film sizi ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bırakmazken, değil fanatik bir dinci, sıradan bir Müslüman dahi İslam’ın özü ve yapısı gereği sizi öldürmeyi hak ve zorunluluk sayar. İşte budur İslam’ın yıkılası vahşeti.
Serkan Engin
3 Temmuz 2012
