ŞARKILARIN İDEOLOJİSİ (3) - Serdar Türkmen
serdar türkmen, yazıçeviri 17:18
Şarkıların İdeolojisi'ni, tefrika halinde yayınlamanın en büyük avantajı, eleştiriler ışığında yazının geri kalan bölümlerine şekil vermek, eklemeler-çıkarmalar yapmak.
Yazının derdi anlaşıldı zaten.
Yani toparlarsak; şarkı, ideolojiktir. İdeoloji, sözlerde somut olarak, çalgısallıkla da soyut olarak taşınır.
Müzik, gündelik hayatımıza sıklıkla eşlik eder ve dinlediğimiz-söylediğimiz şarkılardan bize taşan iletiler ve düşünce biçimleri de, olan-biteni kavrayışımızı etkiler. Bu etki, egemenler tarafından egemenliklerinin devamını sağlamak için kullanılıyor. Dolayısıyla (emperyalist-kapitalist sistemden memnun olmayanlar için söylüyorum) dinleme ve söyleme etkinliklerine 'kazıma' etkinliklerini de eklemek zorundayız. Böylelikle sanatı hayatın içerisine dahil edebilir, sanatla hayatı büyütebiliriz.
Yani bu tefrikaların temel derdi 'eleştirel dinleme' gerekliliğini vurgulamak ve örneklemek. Devam edelim biraz daha.
--
NERDE O ESKİ ARABESKLER!
Arabesk, o eski 'arabesk' değil. Değişen zaman ve dolayısıyla değişen dille beraber “ya benimsin ya kara toprağın” tipinden cümleleri de artık bulamaz olduk şarkıların içinde. Peki şimdilerde arabesk yok mu? Pek tabi var. Çokça dillendirildiği üzere, bütün müzikal üsluplara sızmıştır arabesk. Dolayısıyla sert elektrogitarların civarında da rast gelinebilir, bir caz altyapısının üzerinde de.
“GÖZÜN AYDIN SEVİN GAYRI”
Arabeskin kabul edilemezliğinin önde gelen sebeplerinden birisi de “öldüm, bittim” edebiyatıyla ilgili kısmıdır herhalde. Örneğini vereceğimiz müzisyen geçmişinde çok sayıda devrimci içerikli şarkı yaratmasına rağmen bu şarkısı açıkça arabesktir ve benim gibi “Eskiden beni seviyordun, şimdi sevmiyorsun, yuh sana” fikriyatından uzak insanlar tarafından dinlenmesi ve söylenmesi düşünülemez.
Bir zamanlar benim oldun
Eğip fidanımı yoldun
Yeni bir sevgili buldun
Gözün aydın sevin gayrı
Eğip fidanımı yoldun
Yeni bir sevgili buldun
Gözün aydın sevin gayrı
--
“UÇMAK İSTİYORDU AMA FARKLI”
Martı Jonathan Livingstone'un öyküsünü biliriz, hatta belki şarkısını da. Bu şarkıyı, lise ya da üniversite civarındaki 'mecburi Yaşar Kurt ve Düş Sokağı Sakinleri dönemi'nde sıkça başa sarmış olanlar da vardır, ingilizce öğrenirken denk gelen de.
Küçük bir martı bu Jonathan
Küçük bir martı o kadar
Uçmak istiyordu Jonathan
Uçmak istiyordu ama farklı, Jonathan
Bir gün çok yükseğe çıktı Jonathan
Bulutlara değdi kanadı
Ve kendini denize bıraktı
Ve kendini bıraktı denize
Martı Jonathan Livingstone'un öyküsünden, bir özgürlük istenci ve mücadelesi çıkarılabilir. Küçük martı, yalnızca uçmak istiyordur; ama farklı.
Öyküyle paralel okumak daha anlaşılır kılabilir.
Martı Jonathan Livingstone, diğer martılar gibi sadece yiyecek arayışı için yükseklerde uçmaktan imtina eder, havada taklalar atmak, yapılmamış hareketler yapmak, hızlı uçmak ister, kendini sürekli olarak farklı ve yeni şeyler yapmaya adar ve böylece içinde bulunduğu topluluktan dışlanır. Öykünün sonunda hızlı uçan ve topluluktan kopmuş ama istediklerini de yapmış bir martı vardır artık.
Martı Jonathan'ın öyküsünü (şarkısını) nasıl okuyabiliriz?
Yüzeyden derine kademeli bir gidiş deneyeceğim. Önce bu öykünün insanın özgürleşmesine vurgu yaptığı, sonra biraz daha deşilirse “ihtiyaçlar hayatımızı belirlemesin, biz ihtiyaçları belirleyelim” türevi bir söylem üzerinden bir 'girişimcilik manifestosu'; yani feodalizmin kalıntılarını süpürmek isteyen bir burjuva yaklaşım, iyice kazıyınca ve yazıldığı döneme ve baskı sayısına bakılınca, bunun soğuk savaşla ilişkisi gibi şüpheler... Yani öyküyü döneminin politik atmosferiyle bağdaştırırsam, demiş oluyor ki Richard Bach: “Üretim ilişkileri toplumsallık ve ihtiyaçlar üzerinden örgütlenirse o sistemden hiçbir güzellik ve yenilik çıkmaz. Birey merkeze alınmalı”. Yani 'Kahrolsun Sovyetler, yaşasın ABD'.
”Herşey özgürlük için”. Peki hangi özgürlük? İnsanın insanı sömürebilme özgürlüğü mü?
--
'Martı' şarkısındaki temel vurgu olarak gördüğüm 'farklılık'ile ilgili de kısa bir okuma yapmak istiyorum.
Fordist üretimde, kısıtlı çeşitlilikte ürün üretilirdi. Az çeşitlilikte ve çok sayıda. Sonra 'emeğin üretkenliği' arttı ve böylece üretimdeki olası çeşitlilik de. Dolayısıyla ayrı üretim bantlarından birinde lırmızı topuklu, ötekinde mavi babet, ötekinde sarı bot üretiliyor ve artık bir kişi birden fazla ayakkabı alabilir. Aynı zamanda birisi sarı saç boyası kullanırken, diğerinin de kızıl saç boyası almasının önünü açıyor. Dolayısıyla kültürel şekillenme de değişmeye başlıyor ve artık kızıl saçlı arkadaşımız 2 hafta sonra saçını sarı yaptığı zaman şaşırmıyoruz. Dolayısıyla artık reklamlarda da "size özel" gibi ifadeler var. Yani 'farklılık' üretilenin tüketilmesi için bir ihtiyaç. Tabi bu bahsettiğim, kültürel alandaki farklılık. Bu farklılıklar politik alana sıçradığındaysa yeni açılan hapishaneler oluyor 'farklı'ların mekanları.
6 Temmuz 2012
Mersin
