12 Eylül en çok anaların yüreğini dağladı
haber, manşet, müzik, savaş-öztürk, sevgi-öztürk, sohbet, tomurcuk 00:00
Sevgi&Savaş Öztürk ‘Tomurcuk’ adlı albümleriyle bu coğrafyanın acılı kadınlarının, analarının, 12 Eylül ile enkaz altında kalmış yaşamların bir daha yaşanmaması adına bir ışık olmak isteğiyle çıkıyor yollara. Sevgi ve Savaş Öztürk ile her şarkıda acı ve umudun iç içe geçtiği ‘Tomurcuk’ albümünü konuştuk.
>>Albümünüzün nasıl ortaya çıktığından bahseder misiniz?
Savaş: Üniversitede öğretim üyesiyim (Prof. Dr.). Bundan 10 yıl önce akademisyenlerden ve öğrencilerden oluşan “grup ezgili yürek” adında bir grup kurarak müzik yolculuğuna başladım. Öğrenci ve öğretim elemanlarının birlikte aynı sahneyi paylaşması çok ilgi çekiyordu. Çok sayıda müzik-şiir dinletisi gerçekleştirdik. Özellikle uzun bir araştırma sonucunda kaleme aldığım ve sinevizyon görüntüleri eşliğinde grubumuzla sahnelediğimiz “Âşık Veysel Destanı” ve “ Âşık Mahzuni Destanı” büyük bir ilgi gördü. Bunların ardından Nazım Hikmet’in “Kuvai Milliye Destanı”nı türkülerle bezeyerek yine sinevizyon görüntüleri eşliğinde sahneledik. En azından bu eseri okumayanlar görüntüler eşliğinde dinlemiş oldular. Bu üç dinleti müzik tarzımı da oluşturdu diyebilirim. Yani bir hikâyeyle sahneye çıkmaya başlamıştık. İnsanları 1-2 saatliğine salona davet ediyorsanız anlatacak bir derdinizin olmasının gerektiğini düşünüyorum. Tomurcuk işte böyle bir sürecin ürünüdür. Bu topraklara ait hikâyelerimiz vardı anlatmamız gereken…
Sevgi: Akademinin toplumla kucaklaşmasında sanatın çok önemli bir araç olduğuna inanıyorum. Ben de bir akademisyenim. Ne eşimin ne de benim alanımın müzikle ve sanatla ilgisi var. Bunun bir duygu işi olduğuna inanıyorum. İkimiz de sanat ve edebiyatı bir meslek olarak kabul etmiyoruz. Bu coğrafyada yaşayan herkesin kıyısından da olsa sanat ve edebiyatla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Belki de bizim toplumun en güzel yönü de bu. Bu düşünceyle eşimle birlikte yıllardır sanatın içindeyiz ve ürünlerimizi sahneliyoruz. Bütün bunları yaparken albüm yapmak gibi bir düşüncemiz yoktu aslında. Tomurcuk çiçeğe dönmeli dedik ve çıktık yola.
>>Bir albümde yan yana durabilmek kimi zaman ayrı kimi zaman beraber seslendirmek türküleri Sevgi ve Savaş Öztürk için ne ifade ediyor?
Sevgi: Sadece albümde değil hayatın her alanında yan yana ve can cana durabilmeyi becerebiliyoruz galiba. Önce aynı sahneyi paylaşıyorduk, sonra hayatı da paylaşmaya başladık, son olarak aynı albümde sesimizi paylaştık. Eşimle birlikte ortak bir şeyler üretmek yaşamın ta kendisi benim için.
Savaş: On yıla yakın süredir birlikte türkü söylüyoruz ve artık birbirimizi ezberledik. Aslında nikâhımızı müzik kıydı diyebilirim. Benim daha çok bestecilik ve söz yazarlığı yönüm, Sevgi’nin yorumculuk yönü ağır basıyor. Bu birbirimizi tamamlamamız açısından çok önemli bir şans bizim için.
12 EYLÜL EN ÇOK ANALARIN YÜREĞİNİ DAĞLADI
>>Albümdeki üç eserin söz ve müziği Savaş Öztürk’e ait. Sanıyorum eserlerin içerisinde en göze çarpan Berfo adlı türkünüz oluyor. Berfo Ana en yaralı türkülerin ‘ilham’ kaynağı sanıyorum ki bu sizin için de hem acının hem öfkenin adı…
Savaş: Nazım şöyle der “kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır”. Dilerdim ki bu kitabın sayfaları azalsın. Ne yazık ki biz yeni sayfalar eklemek zorunda kaldık. ‘Tomurcuk’ albümünde kadınlarımıza dair hikâyeler var. Berfo dışında ‘Tomurcuk’ ve ‘Yasaklım’ adlı bestelerim de Anadolu kadınının acısını anlatır.
Berfo ana bu toplumun ortak acısı aslında. 12 Eylül’ün çocuk gözüyle tanığıyım ben. Darbe olduğunda 8 yaşındaydım ve Iğdır’ın Tuzluca ilçesine bağlı Gaziler Köyü’nde yaşıyordum. İlkokulun duvarlarında yazılan kırmızı renkli yazıların anlamlarını çözmeye çalışıyordum. Her duvar yazılarından sonra evimizde arama yapılırdı, kırmızı renkli boyanın izi aranırdı erişkin erkek kıyafetlerinde. Bir şey bulamayınca evimizden sadece bir torba kitap götürüyorlardı. Babam ve amcam evden toplanan kitaplarla birlikte köy karakolunda sorguya götürüldüklerinde en çok annem ve babaannem bakakalırdı artlarından çaresizce. Şunu hiç unutmuyorum, son aramada evden götürecek sorguluk kitap bile bulamayınca, annem ve babamın aşk mektuplarını götürmüşlerdi sorguya. Annemin ve babaannemin çaresiz gözlerindeki acıyla kazındı beynime o yıllar. ‘Berfo’ eserimin ortaya çıkışında yaşadığım o yılların etkisi büyüktür. Berfo Ana 12 Eylül’de yaşanan acıların en gerçek yüzüdür bence. Düşünün 31 yıldır oğlunu arayan bir kadın ve yaşı 104. Hangi vicdan bu acıyı yaşatabilir bir anaya. Oğlunu asıp cansız bedenini verselerdi, bu kadın bu kadar acı çekmeyecekti belki de. Vicdanı olan hangi yüreği dağlamaz bu trajedi. Berfo eserimde, Berfo Ana’yla birlikte yolculuğa çıkıp, bir tomurcuk, bir umut yakalamak istedim. Düşündeki oğlunu bir yerlerde yaşatmak istedim, sancılandım günlerce ve hikâyenin sonunda şu dizeler çıktı “Nerdedir oğlun hangi kuytuda Berfo/Yoksa bir güzelin yüreğinde mi?/Gölede bir güzel yüreğinde mi?” . Kısacası Berfo’yla 12 Eylül’ün yaktığı tüm ana yüreklerinin ortak haykırışı olmaya çalıştım.
Sevgi: Bir gece yarısı eşim uyandırdı büyük bir heyecanla. Bağlaması elindeydi ve yeni bestesini dinletecekti. Berfo’ydu çalıp söylediği. Hüzün çöktü evimize, beste henüz tamamlanmamıştı ama o şekliyle bile ağlatmaya yetti beni. Uykum kaçtı ve sabaha dek bir anne yüreğiyle düşündüm Berfo’yu. Her duyarlı insanın bu yaralı kadın için bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyorum. Ne yapılsa dindirilemez bu sızı, ancak en azından acısını paylaşmak…
‘’TAMAMADIR USTAM BU İŞ’’
>>‘Tuzluca Oluyorum’ adlı eserinizde bu topraklara bir sesleniş var. Bu şarkı nasıl bir hikâye taşıyor bağrında?
Savaş: Tuzluca Oluyorum’un sözleri 2 yıl önce kaybettiğimiz öğretmen-şair Ahmet Özaydın’a ait. “Aras’ın Türküsü” ve “Denizlerin Türküsü” adlı iki şiir kitabı ardında bırakarak ayrıldı bu dünyadan. Annemin amcası, benim iyi bir dostumdu. Yaklaşık 8 yıl önce bestelemiştim bu eseri. Hayatının son günlerine kadar dinledi bu eseri ve bir gün bütün ülkemize duyurmalısın derdi. Stüdyo kayıtları bittiğinde mezarını ziyarete gittim ve mezar taşına “tamamdır ustam bu iş” diye haykırdım. Toprağa, üretime dönük bir özlemin ezgisidir ‘Tuzluca Oluyorum’.
Sevgi: Bu eserin bana düşen bölümünü büyük bir sorumluluk bilinciyle seslendirdim. Hem şaire olan saygı ve sevgimden, hem de Tuzluca’nın eşimin memleketi olmasından. Bu besteyle Tuzluca’nın adı ilk kez bir müzik eserinde geçmiş oldu, bunu da belirtmek isterim. Masalımsı bir anlatım var bu şarkıda ve beni en çok etkileyen bu kısmı oldu. Çocukluğuma, köyüme doğru yolculuğa çıktım seslendirirken…
>>Albümünüzde sesi ve şiirleriyle Tunay Bozyiğit’te sizi yalnız bırakmamış. Seyduna&Şahrud birçoğumuzun hayatına girmiştir sanıyorum sizin albümünüze de tat veriyor…
Savaş: Tunay Bozyiğit’in daha önce albümlerinde yer almayan 3 bestesini ‘Tomurcuk’ta seslendirdik. ‘Kendime’ adlı bestesinin de ara şiirini kendisi seslendirerek, dediğiniz gibi ayrı bir tat kattı albüme.
>>Kızınız Nehir’e ve yüreği nehir gibi olanlara ithaf edilmiş bir albüm ‘Tomurcuk’; büyüyüp yeşermek isteyen ‘Tomurcuk’ son olarak ne söylemek ister?
Sevgi: Kızım 3 yaşında ve ona büyük bir teşekkür borcumuz var. Albüm çalışması süresince bizi idare etmesini bildi o yaşında… Albümü büyük bir beklentiyle yapmadık kesinlikle. Biz elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştık, karşılığını bulursa soluğumuzu paylaşmaya devam edeceğiz.
Savaş: Dilerim ‘Tomurcuk’ bu coğrafyanın az da olsa sesi olabilmeyi başarabilir. Burada aranjörümüz Levent Canen’i anmadan geçemeyeceğim. Albümdeki tüm eserlerin düzenlemesi o’na ait. Ezgilerimizi ustaca nakışladı, yüreğinden öpüyorum genç arkadaşımın. Ayrıca ülkemizin folklorik kültürüne önemli katkılarıyla tanıdığımız yapımcımız Ali Haydar Gögercin’e (Güvercin Müzik) sizin aracılığınızla bir kez daha teşekkür ediyorum.
‘Tomurcuk’ mahpustakini bekleyen kadının hikâyesidir. İçerdeki edindiği “kader” arkadaşlarıyla hayata daha umutlu bakarken, dışarıdaki sosyal baskıyla ve ekonomik zorluklarla ağır bedeller ödüyor. Dışarıdaki “tomurcuk içerde…” derken, içerdeki tomurcuğu çiçeğe döndürme telaşında… Bir yanda umutsuzluk, diğer yanda umutla birlikte çaresizlik… Özlemle son çağrı yapılıyor; “nerdesiniz insanlar”…Hapishanelerin ziyaret günlerine giderseniz, koynunda bebesiyle ziyaret saatini bekleyen soluk yüzlü kadın manzaralarıyla her gün karşılaşabilirsiniz.
‘Yasaklım’ adlı eserde gazetelerin 3.sayfalarında hemen hemen her gün karşılaştığımız kadın cinayetlerini farklı bir bakışla konu ettim. Töreler, çaresizlikler sonucu yapılan zoraki evlilikler… Aynı evi paylaşan, ancak aralarında sevda bağı oluşmayan insanlar ve bunun sonucunda hem kadının hem de erkeğin yaşadığı “masum” yasak aşklar… Bedeller ağır ödenir, genelde kadın tarafından… Bu olaylar yaşanırken büyük kısmımız hep yaşanan sevdaları sorguluyoruz, feodalizmin ölüm emirlerini çoğunlukla görmezden geliyoruz. Kardeşleri, babaları tarafından hunharca katledilen kadın fotoğraflarına bakarak ürettim bu eseri. Feodalizme başkaldırıyor kadımız, yasak edilen sevdasını her şeyi göze alarak yaşıyor ve ölümle sonlanıyor kısacık yaşam öyküsü. Bütün bunlar yaşanırken sessiz kalınabilir mi?
Birgün
>>Albümünüzün nasıl ortaya çıktığından bahseder misiniz?
Savaş: Üniversitede öğretim üyesiyim (Prof. Dr.). Bundan 10 yıl önce akademisyenlerden ve öğrencilerden oluşan “grup ezgili yürek” adında bir grup kurarak müzik yolculuğuna başladım. Öğrenci ve öğretim elemanlarının birlikte aynı sahneyi paylaşması çok ilgi çekiyordu. Çok sayıda müzik-şiir dinletisi gerçekleştirdik. Özellikle uzun bir araştırma sonucunda kaleme aldığım ve sinevizyon görüntüleri eşliğinde grubumuzla sahnelediğimiz “Âşık Veysel Destanı” ve “ Âşık Mahzuni Destanı” büyük bir ilgi gördü. Bunların ardından Nazım Hikmet’in “Kuvai Milliye Destanı”nı türkülerle bezeyerek yine sinevizyon görüntüleri eşliğinde sahneledik. En azından bu eseri okumayanlar görüntüler eşliğinde dinlemiş oldular. Bu üç dinleti müzik tarzımı da oluşturdu diyebilirim. Yani bir hikâyeyle sahneye çıkmaya başlamıştık. İnsanları 1-2 saatliğine salona davet ediyorsanız anlatacak bir derdinizin olmasının gerektiğini düşünüyorum. Tomurcuk işte böyle bir sürecin ürünüdür. Bu topraklara ait hikâyelerimiz vardı anlatmamız gereken…
Sevgi: Akademinin toplumla kucaklaşmasında sanatın çok önemli bir araç olduğuna inanıyorum. Ben de bir akademisyenim. Ne eşimin ne de benim alanımın müzikle ve sanatla ilgisi var. Bunun bir duygu işi olduğuna inanıyorum. İkimiz de sanat ve edebiyatı bir meslek olarak kabul etmiyoruz. Bu coğrafyada yaşayan herkesin kıyısından da olsa sanat ve edebiyatla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Belki de bizim toplumun en güzel yönü de bu. Bu düşünceyle eşimle birlikte yıllardır sanatın içindeyiz ve ürünlerimizi sahneliyoruz. Bütün bunları yaparken albüm yapmak gibi bir düşüncemiz yoktu aslında. Tomurcuk çiçeğe dönmeli dedik ve çıktık yola.
>>Bir albümde yan yana durabilmek kimi zaman ayrı kimi zaman beraber seslendirmek türküleri Sevgi ve Savaş Öztürk için ne ifade ediyor?
Sevgi: Sadece albümde değil hayatın her alanında yan yana ve can cana durabilmeyi becerebiliyoruz galiba. Önce aynı sahneyi paylaşıyorduk, sonra hayatı da paylaşmaya başladık, son olarak aynı albümde sesimizi paylaştık. Eşimle birlikte ortak bir şeyler üretmek yaşamın ta kendisi benim için.
Savaş: On yıla yakın süredir birlikte türkü söylüyoruz ve artık birbirimizi ezberledik. Aslında nikâhımızı müzik kıydı diyebilirim. Benim daha çok bestecilik ve söz yazarlığı yönüm, Sevgi’nin yorumculuk yönü ağır basıyor. Bu birbirimizi tamamlamamız açısından çok önemli bir şans bizim için.
12 EYLÜL EN ÇOK ANALARIN YÜREĞİNİ DAĞLADI
>>Albümdeki üç eserin söz ve müziği Savaş Öztürk’e ait. Sanıyorum eserlerin içerisinde en göze çarpan Berfo adlı türkünüz oluyor. Berfo Ana en yaralı türkülerin ‘ilham’ kaynağı sanıyorum ki bu sizin için de hem acının hem öfkenin adı…
Savaş: Nazım şöyle der “kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır”. Dilerdim ki bu kitabın sayfaları azalsın. Ne yazık ki biz yeni sayfalar eklemek zorunda kaldık. ‘Tomurcuk’ albümünde kadınlarımıza dair hikâyeler var. Berfo dışında ‘Tomurcuk’ ve ‘Yasaklım’ adlı bestelerim de Anadolu kadınının acısını anlatır.
Berfo ana bu toplumun ortak acısı aslında. 12 Eylül’ün çocuk gözüyle tanığıyım ben. Darbe olduğunda 8 yaşındaydım ve Iğdır’ın Tuzluca ilçesine bağlı Gaziler Köyü’nde yaşıyordum. İlkokulun duvarlarında yazılan kırmızı renkli yazıların anlamlarını çözmeye çalışıyordum. Her duvar yazılarından sonra evimizde arama yapılırdı, kırmızı renkli boyanın izi aranırdı erişkin erkek kıyafetlerinde. Bir şey bulamayınca evimizden sadece bir torba kitap götürüyorlardı. Babam ve amcam evden toplanan kitaplarla birlikte köy karakolunda sorguya götürüldüklerinde en çok annem ve babaannem bakakalırdı artlarından çaresizce. Şunu hiç unutmuyorum, son aramada evden götürecek sorguluk kitap bile bulamayınca, annem ve babamın aşk mektuplarını götürmüşlerdi sorguya. Annemin ve babaannemin çaresiz gözlerindeki acıyla kazındı beynime o yıllar. ‘Berfo’ eserimin ortaya çıkışında yaşadığım o yılların etkisi büyüktür. Berfo Ana 12 Eylül’de yaşanan acıların en gerçek yüzüdür bence. Düşünün 31 yıldır oğlunu arayan bir kadın ve yaşı 104. Hangi vicdan bu acıyı yaşatabilir bir anaya. Oğlunu asıp cansız bedenini verselerdi, bu kadın bu kadar acı çekmeyecekti belki de. Vicdanı olan hangi yüreği dağlamaz bu trajedi. Berfo eserimde, Berfo Ana’yla birlikte yolculuğa çıkıp, bir tomurcuk, bir umut yakalamak istedim. Düşündeki oğlunu bir yerlerde yaşatmak istedim, sancılandım günlerce ve hikâyenin sonunda şu dizeler çıktı “Nerdedir oğlun hangi kuytuda Berfo/Yoksa bir güzelin yüreğinde mi?/Gölede bir güzel yüreğinde mi?” . Kısacası Berfo’yla 12 Eylül’ün yaktığı tüm ana yüreklerinin ortak haykırışı olmaya çalıştım.
Sevgi: Bir gece yarısı eşim uyandırdı büyük bir heyecanla. Bağlaması elindeydi ve yeni bestesini dinletecekti. Berfo’ydu çalıp söylediği. Hüzün çöktü evimize, beste henüz tamamlanmamıştı ama o şekliyle bile ağlatmaya yetti beni. Uykum kaçtı ve sabaha dek bir anne yüreğiyle düşündüm Berfo’yu. Her duyarlı insanın bu yaralı kadın için bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyorum. Ne yapılsa dindirilemez bu sızı, ancak en azından acısını paylaşmak…
‘’TAMAMADIR USTAM BU İŞ’’
>>‘Tuzluca Oluyorum’ adlı eserinizde bu topraklara bir sesleniş var. Bu şarkı nasıl bir hikâye taşıyor bağrında?
Savaş: Tuzluca Oluyorum’un sözleri 2 yıl önce kaybettiğimiz öğretmen-şair Ahmet Özaydın’a ait. “Aras’ın Türküsü” ve “Denizlerin Türküsü” adlı iki şiir kitabı ardında bırakarak ayrıldı bu dünyadan. Annemin amcası, benim iyi bir dostumdu. Yaklaşık 8 yıl önce bestelemiştim bu eseri. Hayatının son günlerine kadar dinledi bu eseri ve bir gün bütün ülkemize duyurmalısın derdi. Stüdyo kayıtları bittiğinde mezarını ziyarete gittim ve mezar taşına “tamamdır ustam bu iş” diye haykırdım. Toprağa, üretime dönük bir özlemin ezgisidir ‘Tuzluca Oluyorum’.
Sevgi: Bu eserin bana düşen bölümünü büyük bir sorumluluk bilinciyle seslendirdim. Hem şaire olan saygı ve sevgimden, hem de Tuzluca’nın eşimin memleketi olmasından. Bu besteyle Tuzluca’nın adı ilk kez bir müzik eserinde geçmiş oldu, bunu da belirtmek isterim. Masalımsı bir anlatım var bu şarkıda ve beni en çok etkileyen bu kısmı oldu. Çocukluğuma, köyüme doğru yolculuğa çıktım seslendirirken…
>>Albümünüzde sesi ve şiirleriyle Tunay Bozyiğit’te sizi yalnız bırakmamış. Seyduna&Şahrud birçoğumuzun hayatına girmiştir sanıyorum sizin albümünüze de tat veriyor…
Savaş: Tunay Bozyiğit’in daha önce albümlerinde yer almayan 3 bestesini ‘Tomurcuk’ta seslendirdik. ‘Kendime’ adlı bestesinin de ara şiirini kendisi seslendirerek, dediğiniz gibi ayrı bir tat kattı albüme.
>>Kızınız Nehir’e ve yüreği nehir gibi olanlara ithaf edilmiş bir albüm ‘Tomurcuk’; büyüyüp yeşermek isteyen ‘Tomurcuk’ son olarak ne söylemek ister?
Sevgi: Kızım 3 yaşında ve ona büyük bir teşekkür borcumuz var. Albüm çalışması süresince bizi idare etmesini bildi o yaşında… Albümü büyük bir beklentiyle yapmadık kesinlikle. Biz elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştık, karşılığını bulursa soluğumuzu paylaşmaya devam edeceğiz.
Savaş: Dilerim ‘Tomurcuk’ bu coğrafyanın az da olsa sesi olabilmeyi başarabilir. Burada aranjörümüz Levent Canen’i anmadan geçemeyeceğim. Albümdeki tüm eserlerin düzenlemesi o’na ait. Ezgilerimizi ustaca nakışladı, yüreğinden öpüyorum genç arkadaşımın. Ayrıca ülkemizin folklorik kültürüne önemli katkılarıyla tanıdığımız yapımcımız Ali Haydar Gögercin’e (Güvercin Müzik) sizin aracılığınızla bir kez daha teşekkür ediyorum.
‘Tomurcuk’ mahpustakini bekleyen kadının hikâyesidir. İçerdeki edindiği “kader” arkadaşlarıyla hayata daha umutlu bakarken, dışarıdaki sosyal baskıyla ve ekonomik zorluklarla ağır bedeller ödüyor. Dışarıdaki “tomurcuk içerde…” derken, içerdeki tomurcuğu çiçeğe döndürme telaşında… Bir yanda umutsuzluk, diğer yanda umutla birlikte çaresizlik… Özlemle son çağrı yapılıyor; “nerdesiniz insanlar”…Hapishanelerin ziyaret günlerine giderseniz, koynunda bebesiyle ziyaret saatini bekleyen soluk yüzlü kadın manzaralarıyla her gün karşılaşabilirsiniz.
‘Yasaklım’ adlı eserde gazetelerin 3.sayfalarında hemen hemen her gün karşılaştığımız kadın cinayetlerini farklı bir bakışla konu ettim. Töreler, çaresizlikler sonucu yapılan zoraki evlilikler… Aynı evi paylaşan, ancak aralarında sevda bağı oluşmayan insanlar ve bunun sonucunda hem kadının hem de erkeğin yaşadığı “masum” yasak aşklar… Bedeller ağır ödenir, genelde kadın tarafından… Bu olaylar yaşanırken büyük kısmımız hep yaşanan sevdaları sorguluyoruz, feodalizmin ölüm emirlerini çoğunlukla görmezden geliyoruz. Kardeşleri, babaları tarafından hunharca katledilen kadın fotoğraflarına bakarak ürettim bu eseri. Feodalizme başkaldırıyor kadımız, yasak edilen sevdasını her şeyi göze alarak yaşıyor ve ölümle sonlanıyor kısacık yaşam öyküsü. Bütün bunlar yaşanırken sessiz kalınabilir mi?
Birgün
